7 Nisan 2013 Pazar

Olmayan bir yolda, olmayan insanlarla, olmayan bir sona doğru.."Interstate 60"..




Hepimizin zaman zaman ihtiyaç duyduğu cevaplar.. Kimi zaman hayatımıza yön verebilecek, ancak bir türlü bulamadığımız cevaplar.. "Interstate 60: Episodes of the Road" tam da bu konuya değinen bir film, bir masal, bir arayış hikayesi. Biraz batının "büyüklere masallar"ı, biraz doğunun "kendini arayan insan" temalı öğretileri. Sonuç olarak 110 küsür dakika boyunca seyretmekten bir an olsun sıkılmadığım bir seyirlik.

20'li yaşların başındaki ana karakterimiz bir yandan hayallerinin peşinden gidip ressam olmak, bir yandan da babasının hayallerine uyup başarılı bir avukat olmak arasında gidip gelen, aşk hayatında doğru insanı bulamadığından emin bir gençtir. Doğum gününde "Amerika'nın dilekleri gerçekleştiren tek kahramanı" ile farkında olmadan tanışır ve yine işin aslını bilmeden dileğini tutar. Sonrasında ise bizi de arabasının arka koltuğuna alır ve var olmayan bir yolda kaderinin peşinden gaza basar. Yol boyunca karşılaştığı, her biri çok ama çok farklı, inceden mesaj kaygılı, öğretiler ve sosyal göndermelerle dolu karakterler hem "kırmızı BMW'li prens"imize, hem de bize yol göstericidir. Sonunda aradığı cevaplara ulaşan delikanlımız ile hoş geçirdiğimiz filmi hafızamızda uygun bir yere yerleştiririz.

Magic-8-ball, yukarıda değindiğim doğu ve batı kültürlerindeki mistik unsurların karışımı olan O.W. Grant,"yılandan korkmayan yalandan korktuğu kadar" Mr. Cody gibi çok özel karakterlerin ve eğlenceli detayların bulunduğu filmin bir diğer ilginç yanı ise "Back to the Future" serisinin senaristi Bob Gale'in bu filmin de yazarı ve yönetmeni olması, ayrıca aynı serinin Dr. Emmett Brown'ına can veren Cristopher Lloyd ve Marty'sine hayat veren Michael J. Fox'un da bu filmde yer alması. Diğer önemli karakterlerde ise Gary Oldman, Chris Cooper, Kurt Russell gibi isimlerin yer aldığını da belirtelim.

Bunca yıldır ıskaladığınız bir filmse bir an önce edinip izlemenizi tavsiye ederim bu eğlenceli arayış hikayesini. Ne söylesem filmle ilgili kopya vermiş olacağım, ya da filmi hafife almış olacağım, o yüzden kendiniz keşfettiğinizde anlayacaksınız neden bu filme vakit ayırdığımıveşans vermenizi istediğimi. Hoşça vakit geçirdiğiniz ve dersler çıkardığınız bir 116 dakika dilerim.
 İyi seyirler.


"Say what you mean, mean what you say". -Mr. Cody (Chris Cooper) .

Filmin Adı : "Interstate 60:Episodes of the Road"
Yapım Yılı : 2002
Yönetmen : Bob Gale
Oyuncular : James Marsden, Gary Oldman, Christopher Lloyd, Chris Cooper, Michael J. Fox, Kurt Russell, Amy Stewart, Amy Smart.
imdb Puanı : 7,6 /10 ( 16.539 oylama sonucu)

2 Aralık 2011 Cuma

Yüreğine Oturan Taş... The Stoning of Soraya M. / Soraya'yı Taşlamak...



Süreyya, İran'ın köylerinden birinde yaşayan 4 çocuk annesi bir kadın. İffetli, tertemiz bir kadın. Kocasıyla geçimsizlikleri olmasına rağmen, kocası tarafından dayağa -ve üstü kapalı aktarılsa da tecavüzlere- rağmen iki kızının da haklarını savunmak adına boşanmaya yanaşmıyor. Boşanmaya yanaşsa erkek çocuklarının imkanlarına kavuşmayacak kızları, bunun farkında, tek derdi kendisi gibi olmasın kızları. Kocası ise Süreyya'dan kurtulmak adına her yolu deniyor. Tahmin etmek zor  olmasa gerek, bir molla-bir şahit-bir muhtar ve dedikodular bir araya getirilince usul usul galeyana getirilen  köy halkı da -halası Zehra ve bir iki arkadaşı dışında- Süreyya'nın kocasını aldattığı fikrinden şüphe etmiyor. Ve çok geçmeden kendi erkek evlatları da dahil herkes tarafından istenmeyen kişi, dinsiz, fahişe ilan ediliyor.  Bunun cezası ise "recm" .

Köyün ortasında taşlanmaya giden süreci izlerken bir şekilde kaçabilmesini diliyorsun Süreyya'nın . Taşlanma sahnelerini ise gözünü kaçırmadan izlemen imkansız. Atılan her taş suratına suratına çarpıyor sanki. Boğazına öyle bir düğüm çöküyor, öyle bir yumruk oturuyor ki, tarifi imkansız. Bu yazı için bir hafta bekledim, düğüm hiç olmazsa bir nebze gevşer mi diye, nafile... Biliyorum ki babasının titreyen ellerinden çıkan taş, erkek evlatlarının ellerinden fırlayan taşlar öldürdü Süreyya' yı zaten, geri kalan taşlar boşuna. Bir anneyi, bir evladı başka türlü  öldürmeye lüzum yok ki. Canından can verdiği ellerden çıkan taşlar suratınıza çarpsa bitmez misiniz?

İran "devrimi"nden (?) sonra ne denli saptırıldığına dair bir film gibi görünse de, derdi İslam'la değil filmin, bunu net olarak söyleyebilirim. Filmin dikkat çekmeye çalıştığı nokta, otoriter konumdakilerin kendilerine göre ölçüp biçtiği "kurallar"la fakirlerin, kadınların, güçsüzlerin ne kadar ezilebileceği, toprağa ne denli derin gömülebileceği, benim izlenimim bu yönde. Aksi halde tek derdi İslam'la uğraşmak olan bir film, Süreyya'nın halası Zehra'ya bu kadar önemli ve doğru cümleler sarf etme şansı vermezdi. 

Yüreğinize oturacak, boğazınızı boğum boğum düğümleyecek bu filmi izlerken en ufak bir üzüntü dahi hissetmezseniz eğer, hele ki gerçek binlerce olaydan olduğunu bile bile, insanlığınız konusunda, vicdanınız konusunda uzun uzun düşünmeye ihtiyacınız var demektir.

Becerebilirseniz eğer, "iyi" seyirler dilerim..

Filmin Adı : The Stoning of Soraya M. / Soraya'yı taşlamak.
Yapım Yılı : 2008
Yönetmen : Cyrus Nowrasteh
Oyuncular : Mozhan Marno (Soraya M.) , Jim Caviezel ( F. Sahebjam), Shohreh Aghdashloo (Zahra).
imdb puanı : 7,9/ 10 (5.192 oylama sonucu)


Soraya Manutchehri'nin tek fotoğrafı ise... 

1 Kasım 2011 Salı

"Erkekten kadın doğar" ... "Hable con ella/ Konuş onunla"...


"Mucizelere inanmalısın ; bir gün gerçekten bir mucize olur, ama inanmadığın için farkına varamazsın." , Benigno .

Yalnızlıktan muzdarip "garip" hastabakıcı Benigno evinin karşısındaki bale okulunu izlerken Alicia'ya aşık olur ve gizlice takip etmeye başlar. Şans (ya da şanssızlık) eseri, aşık olduğu balerin Alicia' nın bitkisel hayata girmesiyle bakımı için özel olarak tutulur. 20 yılı annesine bakmakla geçirdikten sonra son 4 yılının her dakikasını Alicia'ya adamıştır. Alicia'nın odasından "aşırdığı" saç tokasıyla başlayan aşk öyle bir hal almıştır ki, artık boş günlerinde baleye gider, Alicia'nın çok sevdiği sinemada sessiz filmleri izler, bunların hepsini de Alilcia'ya anlatır. Bu sırada hastaneye yatan Lydia'nın erkek arkadaşı Marco ise, Lydia'nın bitkisel hayattan çıkamayacağına çoktan ikna olmuştur. Tesadüf eseri karşılaşan Benigno ve Marco arasında -eşlerinden dolayı olsa gerek- bir dostluk kurulur.

Filmin konusunu yukarıdaki gibi özetlesek bile Benigno'nun masum ve özverili aşkını, Marco' nun hayal kırıklığıyla biten aşklarını ve acılarını, Almodovar' ın incelikli hikayesini izlemeden yüreğinizde bırakacağı kalıntıları anlatabilmek zor, kimi zaman hastalıklı bulabileceğiniz Benigno'nun tutkusunu aktarabilmek imkansız. Filmin içinde yer alan, ancak 1 saat 48 dakikalık hikayenin özünü oluşturan "El amante menguante/ Küçülen Aşık" isimli leziz Almodovar sessiz filmi ise muhakkak görülmeli.  Nihayetinde Alicia'nın bale hocasının sözlerine gider aklımız: "Ölümden hayat doğar... Erkekten kadın doğar. " .

Marco ve Lydia & Benigno ve Alicia çiftlerinden Marco&Alicia'ya uzanan derin bir yalnızlık filmi Hable con ella, sakin ve incelikli. Diğerlerinin "hastalıklı" olarak nitelendirdiği bir aşkın mucize yaratması üzerine bir film belki. Sade ve duygulu, İspanyol sinemasına yaraşır nitelikte.

İyi seyirler dilerim.

Filmin Adı : Hable con Ella/ Talk to Her/ Konuş Onunla
Yönetmen  : Pedro Almodovar
Yapım Yılı: 2002
Oyuncular : Javier Camara (Benigno) , Dario Grandinetti (Marco), Leonor Watling (Alicia), Rosario Flores (Lydia) .
imdb Puanı : 8,0 / 10 (43,042 oylama sonucu)

20 Eylül 2011 Salı

Börülce soslu "umut" ...Kimssi Pyoryugi..





Borçlar, terkedilmiş olmak, işsiz kalmak... Kime sorsan aklına intihar gelir ister istemez. Kim seong-geun' un da aklına gelen kesin çözümdür ölüm. Hele aldığı 70 bin dolar kredinin 200 bin dolar borca dönüştüğünü duyunca kesin kararını vermiş olur, ve Boğaz köprüsünden atlamak misali bırakır kendini köprüden nehre. Fakat beklediği gibi gitmez işler. Sular onu şehrin tam merkezinde, ama şehirden tam manasıyla "ıssız" ve "izole" bir adada bulur kendini,üstelik en büyük korkusu "yüzmek" de engeller kurtuluşunu. Ölmeyi bile becerememiştir, yüzmeyi beceremediği gibi anlayacağınız. İlk anlarda birilerini ulaşmaya çalışsa da sonradan kafasına "dank" eder durum; şehirde onu özleyecek kim vardır ki? Böylece aylar sürecek ada yaşamı da başlamış olur.  Bu arada Kim Jung Yeul adında bir genç kız arz-ı endam eder filme. Kendini odasına "hapsetmiş", sanal dünyada var olma endişesinden başka bir amacı olmayan genç kızdır. Odasından dışarı çıkmayan, perdesini bile nadiren açan katı bir düzen kurmuştur kendine, zaman zaman Ay fotoğrafı çekmek için pencere başında oturmasını saymazsak. Bir gün objektifine bizim ıssız adam takılır, ve adadaki adamı gözetlemeye başlar. Sonunda garip bir iletişim yolu geliştirir, tüm korkularını yenerek. Böylece biz de kalabalıktan kendi isteğiyle soyutlanmış iki karakterin kesişen hikayesine kaptırırız kendimizi. 

Kalabalıklar içinde kendini yalnız hisseden insanların birbirini bulma hikayesine ortak olacaklar. Issız bir adada tek motivasyonu,tek "umudu" adada bulduğu boş bir paket üstündeki resimle fark ettiği "börülce soslu erişte"yi yapabilmek olan bir adamla bu adamı fark edip tüm korkularının üstüne gitmeye başlayan asosyal genç kızın hikayesinden daha ilginç kaç film izlediniz son zamanlarda? Sırf bu konu için bile bir şansı hak eden bir film "Kimssi pyoryugi".

Muhtemelen okuyanların ilk kez öğrendiği bir film olacak "Kimssi Pyoryugi" . Fakat biraz merak edip izleyen olursa, yüzlerce benzer filmin dışında çok "başka", çok "eğlenceli" ve çok "düşündürücü" bir film izlemiş olacaklar. Dilerim izleme şansına sahip olursunuz bu "saklı hazine"yi. İyi seyirler dilerim.

Filmin Adı : Kimssi Pyoryugi/ Castaway On the Moon
Yapım Yılı : 2009
Yönetmen  : Hae jun-Lee
Oyuncular  : Jae yeong-jeong, Ryeo- wun jeong.
imdb Puanı : 7,9 /10 (1107 oylama sonucu) .


18 Eylül 2011 Pazar

3 dakikayı geçti.. Uyan artık.. Baekmanjangja-ui cheot-sarang/ Milyonerin İlk Aşkı..




Güney Kore sinemasının çok özel bir yanı var, özel bir tadı. İnsanı yüreğinden yakalayıp gözlerine zulmedercesine ağlatan, ama çok güzel bir yanı. A moment to remember gibi, Yeopgijeon geunyeo kadar dokunaklı bir film daha izledikten sonra kesin kararını veriyor insan. Sıradışı olmayan hikayelerden insanın yüreğine işleyen filmler bırakıyorlar hafızalarda. Baekmanjangja-ui cheot-sarang/ A millionaire's first love/ Bir milyonerin ilk aşkı da bu tadı, bu acıyı yürekte hissettiren filmlerden biri olarak hafızama ve ruhuma kazındı.


Çok da alışılmadık bir hikayesi yok aslında filmin. Hatta klişe olarak bile nitelendirilebilir. Milyoner bir genç delikanlı deedesinin ölümün ardından tek varisi olduğu mirasa konabilmek için bir varoş kentin lisesinden mezun olmak zorundadır. garip bir tesadüfle karşılaştığı genç kız ise gittiği varoş kentinde de peşini bırakmaz. Geriye sayılı günü kalan genç kız ile bizim burnu havada delikanlımız arasında garip bir ilişki başlar. Tabi burnu havada milyoner genç kendini sandığından  çok daha farklı bir kişilikte bulacaktır  hikaye ilierledikçe. Dedesinin hazırladığı bu sürpriz vasiyet delikanlımızı sandığından çok daha farklı bir amaca götürür.

Okuduğunuzda belki de onlarca film çekilmiş olabilecek bir senaryo anımsıyorsunuz aslında. Fakat filmi izlediğinizde gözyaşlarınıza hakim olmak gerçekten zor oluyor. İster iyi oyunculuk deyin, isterseniz Kore sinemasının adeta imzası haline gelen mükemmel müziklerle bağdaştırın, dilerseniz de Hollywood yapaylığına meydan okuyan "gerçek son" ile. Film sizi beklediğiniz yere adım adım götürdükçe artan hüzün her yanınızı sarıyor. Ne mucize bir kurtuluş var,  ne de bir dönemin klişesi karışmış raporlar. Gerçek bir hikaye ve gerçek bir son sadece; Kore sinemasının dramlarını tam manasıyla "dram" haline getiren "gerçeklik" . Öyle sarıyor ki sizi, içinizden Jae Kyung gibi seslenmek geliyor "uyuyan" sevgiliye ; "üç dakika demiştin..çoktan doldu.. uyan artık.." .

Akıldan çıkması zor sahneler ve diyaloglar, hikayeye bir melodram esintisi katan eşsiz müzikler ve tepeden tırnağa hüzün ile dolu 1 saat 56 dakikanın her saniyesine değen bir film; Bir Milyonerin İlk Aşkı.  Neyi anlattığından ziyade nasıl anlattığına hayran olacağınız filmlerden.

" Sebebini bilmesem de seni çok seviyor ve özlüyorum" ... 

İyi seyirler dilerim.

Filmin Adı  : Baekmanjangja-ui cheot-sarang/ A millionaire's first love/ Bir Milyonerin İlk Aşkı
Yapım Yılı : 2006
Yönetmen  : Tae gyun-kim
Oyuncular  : Hyun Bin (Kang Jae-Kyung) , Yeon Hee-Lee (Eun-Hwan).
imdb Puanı: 7,2 /10 (1002 oylama sonucu)

***Meraklısına hüzün soslu birkaç Kore filmi ; Yeopgijeon Geunya (Hırçın Sevgilim), Nae Meorisokui Jiwoogae/ A Moment to Remember , Bi-Mong/ Rüya





2 Ağustos 2011 Salı

Mutluluk.. İki telin ucundaki mutluluk..

” Nathaniel ilk karşılaşmamızda oldukça utangaçtı. O’na, Green Street’teki inşaat sesleri arasında boğulan müziğini sevdiğimi söylediğimde kendini biraz geri çekti. Nathaniel’in ilk enstrümanı çelloymuş. İşin tuhaf yanı hiç keman eğitimi almamış. Sokağa düştüğü zaman enstrümanını değiştirmiş. O’na hayallerini, beklentilerini sorduğumda “Çok kolay şeyler.” dedi, ” Diğer iki teli de bulmak istiyorum.” .



2005 yılında, boşanmış LA Times yazarı Steve Lopez, bir hikaye peşinde caddelerde dolanırken Nathaniel’la ve müziğiyle karşılaşır. 2 teli kalmış kemandan çıkan ve sokağın homurdanışına karışan notalar etkiler ve sadece iyi bir hikayeden ibaret olduğunu düşündüğü bu müzisyen evsizle konuşmaya başlar. Hayattan tek beklentisi kemanının diğer iki telini de bulabilmek olan Nathaniel, gerçekten çok farklı bir hikayenin baş aktörüdür. 12 yaşında Beethoven aşığı bir genç olarak, ilk hocasının tavsiyesini ömür boyu taşıyacaktır aklında; kendisini müziğine adamak. Konservatuvar eğitimini yarıda bırakıp sokaklarda yaşamayı tercih edişinin arkasındaki neden ise hikaye ilerledikçe aydınlanır.  Steve, Nathaniel’e yardım etmek için sınırlarını zorlarken, bu mücadelenin ardında yatan geçmişini de merak ederiz. 


Gerçek bir hikaye olması yeterince ilham verici iken, Jamie Foxx ve Robert Downey Jr.’ ın muazzam oyunculukları da sıradan olabilecek bir hayat hikayesini çok yukarılara taşıyor gerçekten. Hikayenin duygu sömürüsüne kaçmamayı tercih etmesi de sizin salya sümük bir hikaye yerine etkileyici bir yaşam öyküsüne tanıklık etmenizi sağlıyor. Dozunda bırakılmış olması filmin dilden dile dolaşmasını önlemiş olabilir fakat boşa izlediğinizi düşündüğünüz nice filmi düşünürseniz, en azından alışılmıştan uzak bir hayat hikayesi ve iki usta oyuncunun abartıdan uzak, ama etkileyici oyunculukları için tercih edilebilir bir film.Genel beğeniyi düşüren esas neden ise Nathaniel’a aklının oynadığı oyunun nedeni seyircinin gözüne sokulmaması olsa gerek.

Boş olmayan hikayelerden yana ise tercihiniz, iyi seyirler dilerim.


Filmin Adı : The Soloist / Virtüöz
Yönetmen : Joe Wright
Yapım Yılı : 2009
Oyuncular : Jamie Foxx, Robert Downey Jr. , Catherine Keeler, Nelson Ellis .
imdb Puanı : 6,7 / 10 (17,895 oylama sonucu) .

* Son fotoğraf hikayenin sahibi gerçek kişilerdir.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

BEKİR GİBİ, YUSUF GİBİ SEVEBİLMEK OLSA GEREK “AŞK”..

Sevilmek için sevmiyor insan.. Mutluluksa hiç değil nedeni. Mutsuzluğun peşinden koşmak “aşk” dedikleri. Mutsuz olacağını bile bile koşmak birinin ardından. Bekir gibi takılmak sevmeyenin peşine belki de… Yusuf gibi umutsuzluğu kabullenmek..
1999 tarihli “Masumiyet” ve 2006 tarihli “Kader” birbirini tamamlayan iki eseri Zeki Demirkubuz’ un. Esasında hikaye Kader filmi ile başlasa da, geniş kitlelerin de Zeki Demirkubuz’u tanımasını sağlayan Masumiyet’tir ilk film. Hapisten yeni çıkan Yusuf’ la tanışırız önce. Evli olan ablasının aşığı olan en yakın arkadaşını vurmuş Yusuf’la. Vurmuş olduğuna bakmayın, bir daha silaha değmemiştir Yusuf. Öyle saf ve iyi yüreklidir ki, bu yüreği götürür onu ve bizi adım adım diğer karakterlere. Hapisten çıkmak istememekte oysa, ne bir işi var “dışarıda”, ne de gidecek yeri. Nihayetinde hapishane müdürünün de tavsiyesiyle çıkıp bir göz atmaya karar verir değişen dünyaya. Son bir kez de olsa ablasını görme isteği ile bilmediği sokaklarda adımlamaya başlar. Sonunda bir otele girer ve ateşler içerisindeki Çilem’le karşılaşır…
Uğur… Çilem’in annesi… Genç yaşta mahallenin bıçkını Zagor’a kaptırmış gönlünü… Öyle ki bir katilin peşinden şehir şehir gezecek, işkenceler görecek, hapishane nakillerinden yılmayacak bir aşk ile bağlıdır sevdiği erkeğe. Para kazanabileceği tek şeyi aç gözlülere sunarken yüreğindeki aşkı herkesten sakınmasını bilerek. Her iki filmde de cevabı verilemeyen tek soru da bu aslında ; bu denli büyük bir aşkın nedeni ne? Ya da, illa ki bir nedeni olmak zorunda mıdır aşkın? Ve daha önemlisi, aşkının peşinde bir kadın olarak bir ömür geçirmek bu denli zor mudur gerçekten, çamura bulanmadan ayakta kalmak imkansız mı? Tek arzusu sevgisini yaşamakken, müebbet bir yalnızlığa inat tutunurken sevdasına… Kendisine tutulanlara öfkesi, boğazına kadar batmasından bu hayat denen bataklığa.
Bekir… Uğur’a sırılsıklam aşık.. Aşktan da öte ona sorarsanız, “kafay takmış”, gönlüne düşmüş, tutulmuş bir kere Uğur’a. Kaç kere evine, karısına döndüyse, her defasında bozmuş tövbeleri, yollarda bulmuş kendini, Uğur’suz yapamamış. Evler, taksiler elinden uçup giderken, ömrü Uğur’un, -ya da bir açıdan- Zagor’un peşinden gitmekle geçerken kabullenmiş, başını eğip yürümüş umutsuz aşkının peşinden. Güzel kılan da bu olsa gerek Bekir’i, bir umut için sevmemesi Uğur’u. Mutlu olmak için yürümüyor aşkın peşinden. Mutsuz olacağını bile bile, mutsuzluğa rağmen sımsıkı tutunuyor sevdaya. Kavgalara rağmen, sevdiği kadının gözünün önünde bir başkasının ardından şehir şehir, beden beden dolaşmasına rağmen dönmez yolundan. Cemal Süreya dizelerinde anlatılanlar gibidir Bekir, tövbelerle döndüğü evinden her defasında kaçmış, “mutsuzluğunu yeterince hak etmek için” geri dönüp kilometreleri tüketmiştir. Şairin “Kim istemez mutlu olmayı, ama mutsuzluğa da var mısın? ” sorusuna yanıtı ise kesindir :
“O gece oturup düşündüm. oğlum Bekir dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. İsyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi. O gün bugün usul usul yürüyorum işte.” .
Yusuf önce garip karşılasa da fazla sorgulamaz bu tuhaf döngüyü. Öyle ki o da alışır artık kavgalara, bağrışmalara. Ta ki Bekir’in içten içe tükenişi son bulup kendisine gelene dek Uğur’a riayet etme sırası. Sadece sevmiştir, ne kötülük olabilir ki bunda! Ama Uğur kendisine her tutulanla beraber biraz daha battığından yanaşmaz bunu kabullenmeye, kaldı ki ömrü boyunca tek kişiyi sevmiş, ömrünü tüketirken aşkını hep ayakta tutmuştur. Böylece öykü yönetmenin tarifine dönüşür : “Uslanmaz bir suçlu… Suçluya aşık olup fahişeye dönüşen kadın… Bir fahişeye dönüşen kadına aşık bir adamı, fahişe olduğunu bile bile aşık olan bir başka adam..”. 20 yıla yayılan bir hikaye, bir kadın, üç erkek ve bir çocuk, iki son derece gerçek film … Tesadüf müdür bilinmez ama, gerçek hayattaki gibidir filmler arasındaki sıra da ; “Masumiyet”ini tüketir seyirci, “Kader”in izinde yol alırken . Ve iki filmin ardından anlarız ki, Mecnun ya da Ferhat gibi olmak değildir aslolan.. Bekir gibi, Yusuf gibi sevebilmek olmalı adı “aşk” olan..
İyi seyirler dilerim.