15 Eylül 2009 Salı

Sensiz geceye...

Bir deli hüzün dolu gece..Bir lacivert deniz en koyusundan... Ağlamak için en özgür saatler, en imkansız saatler dokunmak için sevdiğine.. Bir hüzünlü melodi kıvrılırken yüreğinde, aklında sevdiğin, içinde huzursuzluk, odanda yalnızlık... Umut dolu hayaller ve parlak olmayan gerçekler kavga ederken zihninde, sen umudun ayakta kalmasını dilersin.. Zor bir yıla daha başlarken memleketteki son akşamlarda, planlar yapar, sözler verirsin kendine... Zamanın değerini bilmek üzerine yeminler eder, başka anlamlar yüklersin herşeye.. kulaklıkta buruk bir gitara eşlik ederken keman, seni de ağlatır kemanın tellerinden damlayan yaşlar.. akar sessizliğe... karışır hıçkırıklar herkes uyurken çıkan horultulara.. bir umut kallır içinde..bir sevdiğin.. bir de yeminler.. yaşlar akar gider, yalnızlık kalır odanda...

KUTAY

10 Eylül 2009 Perşembe

"ÇİRKİN KRAL" ...

" Bir sanatçı olarak Yılmaz Güney diye bilinirim, asıl adım Yılmaz Pütün' dür. Adım, zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez ve baş eğmez anlamına gelir ; soyadım "Pütün" ise bir dağ meyvesinin kırılmaz çekirdeği demektir. " .


Bu cümle ile başlar Yılmaz Güney' in kendi kaleme aldığı hayat hikayesi. Adeta kendini ismiyle tanımlar, adı kendine uyanlardan olduğunu belirtir gizliden. 1937 yılında başlayan hayatı 1984' te Paris' te sona erdiğinden beri Türk sinemasının en çok tartışılan, en çok eleştirilen, ama belki de en etkili filmlerine de imza atan yönetmen, senarist ve oyuncudur. Henüz 18' ine adım atarken, 1955 yılında yazdığı bir hikayede geçen " herkes eşit olsa dünya cennet gibi olurdu" cümlesi nedeniyle "komünizm propagandası yapmak" olur, ve hayatının büyük kısmında yer alacak olan mahkeme salonlarına ilk adımını atar. Bu duruşmalar sırasında genç yaşından beklenmeyecek ifadeler de verir hakim karşısında : "topraksız bir köylünün çocuğu olarak dünyaya geldim. babam zaza kürdü, annem kurmanc kürdü. halkım için en iyi yolun bilimsel sosyalizmden geçtiğine inanıyorum. ama yine de sosyalistim diyemem. sosyalizm çırağıyım sadece. öğrenmeye devam edeceğim ama safım belli. sosyalizm çırağı bir sinemacıyım." . Bu dava sonucu önce 7,5 yıl ağır hapis ve 2,5 yıl sürgün cezasına çarptırılır, ancak temyiz sonrası 1,5 yıl ağır hapis ve 6 ay sürgün cezası kesinleşir 1957 yılında.

bu duvarlar yetmiyor bizi ayırmaya bilesin.
bu parmaklıklar, bu demir kapılar, bu hava, inan.
bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü,
bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardır.
hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu.
hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi.
güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdiğim.
damla damla birikiyor insan.
damla damla sevgili.
bir gün akıp gideceğiz hayata.
duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin.
benim yüreğim sensin şimdi, seni vurur durur.
ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde.
 

Yılmaz Güney

Ancak onu üzen şey hayalini kurduğu yüksek öğreniminin yarım kalması gerçeğidir. Bundan sonra hayat dışında öğretmeni kalmamıştır, o da bunu dile getirir : "kitaplar, sinema, iş, cezaevi, acımasızlık, hayatın katı kuralları, toplumsal baskılar, kahpelikler, yiğitler. karşılaştığım zorlukları yenmek için direnmek ve kararlılık. öğretmenlerimden biri zor'dur." .  1972 yılında ise devrimcilere yardım ve yataklıktan hapse girecektir. Bu olayın da ilginç öyküsü vardır, polis bu "devrimciler"i ararken çirkin kral arabasında, yanındaki koltukta aranan gençlerle polisin yanından geçer, durdurulmaz aranmak için, hatta tezahüratlar yapılır adına. Daha sonra evini aramaya gelen polisler kaçaklar nerede diye sorduğunda o sakince " yukarıda saklanıyorlar" cevabını verir, ancak polisler şaka yaptığını düşünerek alt katı arar ve gider, oysa arananlar gerçekten bir üst kattadır! Bu suçtan hakim karşısına geçtiğinde yine kendine has üslubuyla, yani doğru bildiğini çekinmeden söyleyerek cevap verir : " Ben Türkiye halkı için yüreğini ortaya koyanlara yardım etmeye devam edeceğim." . 10 yıl hapis cezasına çarptırılmasına rağmen 1974' te Ecevit hükümeti affı ile serbest kalır. Ancak bugün bile adı etrafında dönen tartışmalarda en büyük hatası olduğu belirtilen cinayet olayı gerçekleşir aynı yılın Eylül ayında.
1974 Eylül' ünde, alkollü bir masada çıkan tartışma ve söylenen sözler sonucu Yumurtalık savcısını öldürmek suçundan hüküm giyer Çirkin Kral. Bu son hüküm giyişi değildir, hapishanedeyken açılan 10 ayrı davada toplam 100 yıl kadar ceza istemi vardır, 19 yıldan hüküm giydiği cezaevinde.
1981 Ekim' ine kadar, yani izinli olarak çıktığını söylediği cezaevinden kaçışına kadar 20 yıl hapis cezası belli olmuştur diğer davalarda, ancak halen süren davaları vardır, ve kaçmıştır. Daha sonra Paris' e düşer yolu, vatanına dönemeyecektir. Bu sırada vatandaşlıktan da çıkarılmıştır. Kaçarken arkasından sıkılacak topları ateşlemediği için czalandırılan bir makineden söz edilir. Halen cezaevinde zincirli olduğu rivayet edilir.

1984 yılının 9 Eylül' ünde, ülkesinde İzmir topraklarının işgalden kurtuluşu için toplar atılırken, kendisi de mide kanserinden yakasını kurtaramayarak son nefesini verir hayata. Yaşanan olaylardan sonra bir hayatı olmadığını itiraf eder son zamanlarında : 'ben hicbir zaman yeni bir hayata sahip olmayacagım.hep acılarla ve hatalarla dolu eski hayatımın icinde kalacagım'' . 


Hayata gözlerini yumduğunda tartışmalar bırakır geride. Ve unutulmaz filmler. Oyunculuğun sade oldukça daha iyi olacağını sinemamıza aşılayan isimlerdendir. Gerçekle yoğrulmuş filmler vardır çoğunlukla kariyerinde, bir de Anadolu westernleri. Maço tavırlı Anadolu çocuğudur filmlerinde, bu kaba erkek imajı sorulduğunda verdiği cevap hayatını aktarır esasında : " biz de bilirdik sevgiliye karanfil almasını, lakin aç idik, yedik karanfil parasını." .


Cannes Film Festivali' nde ödül alan nadir isimlerimizden olması nedeniyle de sinemamızın mihenk taşlarından biridir Çirkin Kral. Sayısız ödüle, çok önemli isimlerden övgülere layık görülmüş bir isimdir.Ülkemize gelen en önemli yönetmenlerden birinin daha söze başlarken ilk izlediği Türk filmi olduğunu söylediği ve yönetmenine hayran kaldığı filmin hem senaristi, hem oyuncusu, hem yönetmenidir. Sürü, Yol, Duvar, Arkadaş gibi halen izleyenleri "çarpan" filmlere imza atmıştır.
 
Sanat bir düşünce ürünü ise, o da bu ünvanı fazlasıyla hak eden isimlerdendir.


Hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili,
biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz, acısını acımız yaptık çünkü.
Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığımız bir insanın göz yaşı bile içimizi parçaladı.
Kedilere ağladık, kuşların yasını tuttuk...
Yüreğimizin zayıflığı kimi zaman hayat karşısında bizi zayıf yaptı. Aslında ne güzel şeydir insanın insana yanması sevgili...
Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine üzülebilmek ve çare aramak. Ben bütün hayatımda hep üzüldüm, hep yandım.
Yaşamak ne güzeldir be sevgili...
Sevinerek, severek, sevilerek, düşünerek...
Ve o vaz geçilmez sancılarını duyarak hayatın...



Yılmaz Güney

5 Eylül 2009 Cumartesi

CİAO COMPAGNİ...CİAO LİVORNO *...

Bir başağrısı ile başlayan rüya heyecandan ve mutluluktan hissedilemez olan bir başka başağrısı ile sona erdi... İtalya' nın en kızıl çocukları geldi ve geçti... Bu güzel güne dair fotolar, videolar, anılar kaldı artık. Bir de atkım... 2 ay önce imrenerek izlerken "keşke aralarında olabilsem" dediğim topluluk dün stadın etrafında inlettiğimiz bella ciao' ya eşlik ediyordu. Stada erken girsem de manzara yavaş yavaş oluşmaya başlamıştı. Önce çav bella inletti stadı, ardından 4 figürlü koskoca bayrak, Küba bayrağı-SSCB Bayrağı-Filistin bayrağı-Che figürü ile oluşan dörtleme. Sağ yanımda koskoca "LİVORNESİ" duruken kafamı sola çevirdiğimde Deniz Gezmiş resmini tutan eller, Che figürlerini sallayan eller, "no al calcio moderno" yazılı pankart, küba bayrakları, "venceremos" yazılı kartonlar tribünleri süslüyordu. Rafet üçlüyü çektirirken sahanın ortasında, İtalyanlar şaşkın şaşkın izliyordu şehrin deliren asi çocuklarını...

Her ideolojiden insanlar vardı tribünlerde şüphesiz, ancak dün gece yürekler "sol"da atıyordu dün 5 Ocak' ta. Beraber zıpladık, beraber haykırdık marşları. Beraber sulandık itfaiye tarafından, beraber yuttuk meşalelerin dumanını. Dün bambaşkaydı Adana. Hep beraber endüstriyel futbola hayır derken, paranın satın alamayacağı birşeyler kaldığını da gösterdik hayata.

* ciao compagni,ciao livorno : güle güle yoldaş, güle güle Livorno.


                                                  KUTAY

1 Eylül 2009 Salı

1 EYLÜL... DÜNYA BARIŞ GÜNÜ... ANNE FRANK...

Bugün gazetede gördüğüm bir haberle çakışan tarih bir kere daha tesadüflerin sürekli bir şeyleri işaret ettiği gerçeğiyle yüz yüze getirdi beni... Bugün malumunuz 1 Eylül Dünya Barış Günü... Gazetede okuduğum haber ise " Anne Frank' ın Hatıra Defteri" nin ikinci kez sinemaya aktarılacağı haberi idi... Peki aralarındaki bağlantı ne idi?.. Bilmeyenler için hemen dizelim cümlelerimizi. Ama önce Mehmet Ali Baş isimli şairimizin dizeleriyle hoşgeldin diyelim...

Anne Frank ben 
Herşey bir anda oldu
Bir anda doldu acılar hanemize
Yaşamak isteği bir anda
Umutsuzluk
Bir anda
Sevmek ve ayrılık bir anda
Herşey bir anda oldu bee
Bir andaa
Artık hiç kimse suçunu kabul etmiyordu
Akrebin yelkovanı yuttuğu bu viranda
Haritası çizilmemiş mutluluklar yaşıyordum
Ben ki kalbi aşkla dolu bir Yahudi
Ve sen
Yahudilerden nefret eden bir nazi askeri gibi
Ayrılıklar koyuyordun aramıza
Bensee
Sevmeler besliyordum yarınlara
Kanlı
gözyaşlarımla
Basamakları eskimye yüz tutmuş bir merdiven oluyordu yarınlar
Paslı bir çivi gibiydi
yüreğime oturuyordu hatıralar
Sanki ben hergün Anne Frank ım
Sense Hitler
Beni öldürmeye geliyorsun
Oysa aşkı öldürmeye
Tanklarla
Tüfeklerleee
Süngüleerr
Mitralyözlerle
Ama beni değil aşkıı öldürmeye...

Dünya Barış Günü, Almanya' nın Polonya' yı işgal ettiği ve II. Dünya Savaşı' nın başlangıcı kabul edilen 1 Eylül 1939 tarihine atfen, bu tarihten 50 sene sonra kabul edilmiştir. II. Dünya Savaşı ile belki de en dramatik kaynaklardan biri ise Anne Frank' ın yazdığı ve sonradan babasının eline geçerek kitaplaştırılan "anne Frank' ın Hatıra Defteri" dir.Peki, kimdir Anne Frank ve neden bu kadar önemlidir?

Anne Frank 1929 yılında; Frankfurt' ta dünyaya gelmiştir. Ailesi 1939' da, Yahudi olmalarından dolayı, nazilerden kaçarak Hollanda' ya yerleşmiştir. Onun 12 yaşında sorduğu sorunun cevabı yıllar boyunca büyükleri tarafından verilememiştir :

- " dünyanın başka ülkelerinde artan yiyecek maddeleri çürüyüp duruyorken neden biz burada açlıktan ölüyoruz? niye insanlar böylesine çılgın? " .

Ancak 1940' ta Almanya' nın burayı da işgal etmesiyle kaçtıkları kabus kendilerini yakalamış, onları fişlemiş, işaretlemiş, saçma yasaklar ve inanılmaz boyutta kısıtlamalar getirmiştir. Bunların sonucunda toplama kampına götürüleceğini anlayan aile saklanmak zorunda kalır. Anne, ailesi ve 4 kişilik aile dostları ile birlikte, gizli bir arka eve saklanırlar. İki senelik gizlenmeden, yaşanamayan çocukluğun, oynanamayan oyunların, gezilemeyen sokakların, sadece sesi duyulan yağmurların ardından 1944 yılında bulunarak Auschwitz toplama kampına gönderilirler. Anne Frank 1945 Mart' ında, Bergen- Belsen toplama kampında, tam bilinmeyen bir tarihte hayatını kaybeder.. Babası dışında diğer aile üyelerinin hayatını kaybetmesi gibi... Öyle ki, günlüğüne düştüğü notta en çok istediği şeyin öldükten sonra da yaşamak olduğunu belirtmiştir kimsesiz geçen  günlerinden birinde. Bu kadar korkuya, şiddete, anlamsızlığa rağmen Anne defterine yazdığı cümlede insan yüreğünin iyi olduğuna her zaman inandığını belirtmiştir..Bu nedenledir belki, II. Dünya Savaşı' nın sembol isimlerinden olmuştur sonraki yıllarda.. 1 Eylül Dünya Barış Günü' nde dünyanın tüm Anne Frank'leri adına barışın bir gün gelmesi, insanların yeniden diğerleri gibi insan oldukları günlere kavuşulabilmesi adına... Çocukların çocukluklarını yaşayabilmesi, insanların özgürce yaşamaları için...

"Anne Frank- Bir Genç Kızın Günlüğü" ismiyle yayımlanan kitap için arka kapakta Hasan Ali Yücel' in yazdığı yazı ile koyalım noktamızı...


" Anne Frank'ın hatıra defteri'ne bir topluluğu kötülemek, ne başka bir topluluğu övmek düşüncesiyle yayınlanmış değildir. bu kitap, içinde yaşadığımız medeniyet çağında bile milyonlarca insanı öldürmekten haz duyabilecek kadar vahşi olanların varlığını gösterecektir. küçük Anne Frank bir alman kızı olsaydı yine bu hatıraları çağdaş insanlık, bilmeli, tanımalı, onun ıstıraplarına aşina çıkmalıydı. hatıraların yayınlanmadığı medeni dil kalmamıştır. 

Anne Frank, hatıra defterine " öldükten sonra da yaşamak istiyorum"  diye yazarken iyi niyetli, hakikate bağlı ve haksızlığa karşı cesaretli insanların her zaman mevcut olacağına inanmıştı... biz de hayatına doymadan ölen bu zavallı kızcağız gibi insanlığın iyi geleceklerine, aralarında kabiller bulunsa da habil kadar temiz ruhlu olanlarının da her zaman var olacağına inanıyoruz. " .

KUTAY