30 Ocak 2011 Pazar

Daybreakers / Vampir İmparatorluğu .




Sinema tarihinde vampirlerle ilgili, ki genel hitap şekline uyarsak “vampirli filmler”, geriliminden Blade serisi ve Zombieland gibi bazen komedi içeren aksiyonuna, Lat ren datte komma in/ Gir Kanıma gibi dramından Twilight serisi gibi romantizm soslusuna ve diğer pek çok yapım gibi komedi soslu eğlencelik filmlere bolca rastlanır, ve pek çoğumuzda bu filmlerden en az bir-iki tanesini izlemişizdir. Fakat ben izlediğim “vampirli filmler” içerisinde , Lat den ratte komma in ve “Interview with a wampire” filmlerini hep ayrı bir yere koymuşumdur. Gerek bu filmlerin atmosferi, gerek verdikleri mesajlar ve/veya alt metinleri bu ayrımımda temel etkendir. Daybreakers/ Vampir İmparatorluğu da yarattığı tersine dünya ve bir nevi kapitalizm eleştirisi yapar gibi göründüğü için ayrı tutma isteği uyandırdı içimde.
Filme abartılmadan yerleştirilmiş öyle unsurlar var ki sizi filme çekiyor adeta. Gayet güzel tasarladıkları vampirlerin güneş ışığından etkilenmeden gündüz yolculuk etmesini sağlayan kameralı araçlar veya sıcak içecek zincirlerine paralel düşünülmüş kan satış zincirleri gibi temel vampir gereksinimlerine yönelik detaylar ile inşa edilmiş tersine bir dünyanın tüm gerekleri sizi “azınlık” duygusuna sokması filmi daha kolay ve istekli izlemenizi sağlıyor. Tüm bunların yanında film bittiğinde sanki aceleye getirilmiş hissi uyandıran bir aksiyon/macera kısmı da kafanızda yer etmiyor değil açıkçası, bu da filmin zayıf karnını oluşturuyor bence. Bir vampir filmi olarak geniş kitlelerin beklentisi olan hareketli sahneler, filmi “vampirli film” bakış açısıyla izleyenleri tatmin edecek gibi durmuyor.
Öykümüz ise vampirlerin egemen olduğu bir tersine dünyada geçiyor. Giderek azalan ve kaçan insan neslinden dolayı yapay kan araştırması yürüten bir şirkete hizmet eden ve bunu sadece daha fazla insanın av olmasını engellemek için yapan -gönülsüz vampir- Edward, vampirliğin tedavisini tesadüfen de olsa farkına varan Lionel ve kendisine güvenen ilk insan Claudia ile tanışınca eski insan yeni vampirleri özlerine döndürmek için bir umuda kavuşmuştur fakat bunun gerçekleşmesini istemeyen kişiler de vardır. “Ve olaylar gelişir…” şeklinde devam etmek film hakkında daha fazla ipucu vermemek açısından gerekli sanırım.
Ethan Hawke’un yanında kişisel listemin üst sıralarında yer alan Willem Dafoe’yu da görmek benim için filmi tercih etmemde epey yardım etti ve pişman olmadığımı söylemem mümkün. Dilerim siz de filmi izlediğinizde hoş vakit geçirdiğinizi düşünürsünüz. Film yarattığı hikayede tüketim konusunda sınırsız enerjiye sahip insanoğlunu sonsuz bir açlığa mahkum kalmıiş vampirler ile öyle güzel paralelliştiriyor ki, bir an “sonumuz hayır olsun” bile dedim inanın.Manzara uzaklara kayarken işittiğim filmin son cümlesi ise bu bağlantıyı kendi hislerimle kurmadığımın göstergesi olsa gerek. “Gelin, tedavimiz var. Sizi tekrar ‘insan’ yapalım.” .
İyi seyirler dilerim.
Filmin Adı : Daybreakers/ Vampir İmparatorluğu.
Yapım Yılı : 2009
Yönetmen : Michael Spierig, Peter Spierig
Oyuncular : Ethan Hawke, Willem Dafoe, Claudia Karvan
Imdb Puanı : 6,5/10 .

1 yorum:

  1. Filmin derinlerindeki mesajları bir kenara bırakıp daha duygusal (mali açıdan) bakacak olursak, bana göre günümüz film sektöründe filmin içerdiği karakterlerin izleyenler tarafından kişiselleştirmesi filmin ilgi çekiciliği ve izlenilebilirliği açısından büyük önem arz ediyor. Kurgu sahipleri ve yönetmenler de ellerinden geldiğince malzemeleri olağanüstü şeyler olsa bile olayları sanki bir insanın başından geçiyormuşçasına normal gösterip izleyicilerin kendilerini o karakterlerin yerine rahatça koyabildiği senaryolar üretiyorlar. Ne kadar başarılı oldukları da günümüz emek hırsızlarını bir tarafa bırakırsak gişe rakamlarından aşağı yukarı belli oluyor. Ayrıca insan psikolojisi de (özellikle Türk medeniyetlerinde) konu ne olursa olsun, acı çeken ve azınlık tarafı otomatikmen savunuyor ve hemen oracıkta sahiplenebiliyor. Eee bu filmde de azınlıkta kalanlar kendi tarafından olunca filmin asıl konusu işlenmeye başlarken izleyicinin merak duygusunu dürterek ekran başına kilitliyor.
    Başta da bahsettiğim gibi bu filmde izleyicilerin bolca empati kurmasına olanak sağlayan bölümleri var. Kendi düşünceleriyle filmin karakterlerinin yaptıklarının neredeyse örtüşmesi de içgüdüsel olarak filme bir sahiplenme duygusu oluşturarak, objektifliğin kırıldığı bir seyir zevki sunuyor. Bilimkurgu sevmeyenleri düşünerek bu filmi izlemenin ölümcül bir kayıp olduğunu söyleyemeyeceğim ama izleyen kesimin de derinlerdeki endişelerini, günümüzdeki tüketim çılgınlığının ileride ne hale dönüşebileceği gibi korkularını körükleyebileceğinden sırf bu duyguları yaşamanızı istediğim için izlemenizi tavsiye ederim. Benden de iyi seyirler ;)

    YanıtlaSil