4 Şubat 2011 Cuma

In Bruges

Kimi zaman öyle filmlerle karşılaşıyor ki insan, film bittiğinde her ne kadar beğense de kararsız kalabiliyor. Sanırım herkese hitap etmeyebilecek filmlerde çokça hissediliyor bu kararsızlık. In Bruges da böyle bir film işte. Bir kısım oldukça beğense de, filmin "overrated", yani abartılmış olduğunu düşünenler de azımsanmayacak kadar olsa gerek.


Herkese hitap etmiyor gibi görünmesinin birkaç temel nedeni var aslında. Birincisi -ve bence en önemlisi-filmin modern bir kara film niteliği taşıması. Zaten "film noir"in evvelden beri,adeta "cepheleşmiş" izleyicileri bulunur. Bir kısım bu filmlerin iyi örneklerini oldukça beğenirken, diğer kısım ise gereğinden fazla "kafa yorucu" ya da "anlaşılmaz" bulduğundan küçümseyici bir tavurla "sanat filmi işte" tabirini kullanır. Blue Velvet/Mavi Kadife'den Lost Highway/Kayıp Otoban'a pek çok film de bu kutuplaşmış düşüncelerin ortasında kalmıştır. Tabi burada belirtmek gerekir ki kastettiğim kutuplaşma akademik olarak en donanımlısından ekran karşısına sadece hoş vakit geçirmek için geçen kişilere uzanan geniş bir yelpazeyi kapsamakta ve çoğunlukla internet üzerinden, yerli yabancı pek çok sitede edindiğim izlenimlere dayanmaktadır. In Bruges bittiğinde işte bu düşünceleri anımsadım tekrar. Hem kara filmin kendine özgü tadını vermesi, hem de filmdeki esprilerin İngiliz mizahını yansıtması filmin her damakta bıraktığı tadın farklı olmasına neden oluyor belli ki. Filmin hem senaristi hem de yönetmeni olan İrlandalı Martin Mcdonagh'ın oyun yazarı kökenli olduğunu ve bu kökeni filmin her dakikasında hissettirdiğini de vurgulayalım geç olmadan ki filmdeki diyalogların ve göze batan kimi kısımların sebebi de tiyatro sahnesinden taşınmış gibi durmasını açıklasın. 

"Onları öldürdükten sonra silahı  Thames nehrine attım, elimdeki kirleri Burger King'in tuvaletinde yıkadım ve talimatları beklemek üzere eve yürüdüm.." cümlesi ve gecenin sessizliğinde Brugge'un dar sokaklarıyla açılıyor film ve bizi nasıl bir atmosfer ve mekanın bizi beklediği konusunda haberdar ediyor adeta. Brugge kentinin tarihi dokusunu güzel bir biçimde yansıtırken filmin ilk 20 dakikasında bu dokuyu kullanarak görsel açıdan bir ziyafet sunuyor Martin Mcdonagh. Bu görüntüler bizi mest ederken hikaye hakkında da temel noktaları gayet güzel biçimde ve seyircinin gözüne sokmadan aktarmayı da başarıyor. Colin Farrell'in oynadığı karakter (Ray) Brugge'dan tam anlamıyla nefret ederken ortağı (Ken) rolündeki Brendan Gleeson ise belli ki görmüş geçirmiş olmanın da olgunluğuyla tadını çıkarmaya çalışıyor bu zorunlu tatilin. Tabi tatilden çok bir sonraki görevlerini bekledikleri durak olması da Ray karakterinin bekleyişini bir kat daha zorlaştırıyor içten içe. Film ilerledikçe karakterler hakkında öğrendiğimiz detaylar da oyunculukların (özellikle Colin Farell'ın oyunculuğuna dikkat) ne denli muazzam olduğunu anlamamızı sağlıyor. Bir süre sonra hikayeye dahil olan "patron" ise durgun ilerleyen filme ani bir ivme kazandırarak seyri kolaylaştırıyor ve filmin "hazmını" kolaylaştırıyor.Hikaye ile ilgili daha fazla ipucu vermek yerine geri kalan tüm lezzeti meraklılarına bırakmak daha doğru olacak sanırım.

In Bruges'un çok şaşırtıcı-yenilikçi-özgün olduğu söylenemeyecek bir hikayeyi leziz görüntüler, türe özgü o sakin ve karanlık atmosfer, ilginç diyaloglar ile ilgi çekici bir hale getirme noktasında başarısı göz ardı edilemeyecek bir film olduğunu belirtmek isterim. Tabi bununla beraber her damakta aynı tadı bırakmayacağını da yinelemek gerekir.

İyi seyirler dilerim.

Filmin Adı : In Bruges
Yönetmen : Martin McDonagh
Yapım Yılı : 2008
Oyuncular : Colin Farell,Brendan Gleeson, Ralph Fiennes, Clemence Poesy
imdb Notu : 8,1 (107.667 oylama)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder